Hükümetin eğitimde 4+4+4 projesi birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Ancak görünen o ki; eğitim üzerinden çocuklarımızın geleceği daha çok sistemin nasıl olacağına, odaklanmış durumda.
EĞİTİMDE NEYİ TARTIŞMALIYIZ?
Hükümetin eğitimde 4+4+4 projesi birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Ancak görünen o ki ; eğitim üzerinden çocuklarımızın geleceği daha çok sistemin nasıl olacağına, odaklanmış durumda. Halbuki uygulamadan önce esas tartışılması gereken hususun; içerik olduğunu düşünüyorum. 4+ 4+4 tartışmasından önce de Sayın Milli Eğitim Bakanımız, Fatih Projesi ile okullarımızın tamamının dijital teknoloji ile desteklenen eğitim sistemine geçirileceğinin müjdesini vermişti. Fakat bütün bu yenilikler ve yapılan tartışmalarda mevcut sistemin yeterliliği ve uygulamada karşılaşılabilecek problemlerin hesaba katılmadığını düşünmekteyim. Sekiz yıl özel kurumlarda çalışmış ve yaklaşık bir yıldır da Devlet okullarında görev yapan bir öğretmen olarak öncelikli olarak tartışılması gereken hususun; eğitim sistemimizin içeriğinin olması gerektiğini düşünmekteyim. Çünkü bu gün okullarımızda 11. Sınıfa gelmiş olup da halen okuduğunu yazıya dökmekte zorlanan ve söylenenleri yazıya geçirmekte ilköğretim seviyesinde bulunan öğrencilerimizin var olduğunu görmekteyiz. Diğer yandan ise okul çağının uzatmalarında olup da halen ne istediğini bilmeyen, arayış içerisindeki öğrencilerin varlığı ise su götürmez bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Yeni sistem ile İngilizce eğitimininin 10 yaşından itibaren başlayacağını övünerek söylemekten çekinmeyen yetkililerimiz, aslında Türkçe derslerinde yaşanan problemlerin eğitim sistemimizin esas problemini teşkil ettiğini görmezden gelmektedirler. Zira Türkçeyi doğru ve düzgün kullanmayı öğretemediğimiz öğrencilere yabancı dil eğitimini çok erken yaşlarda başlatıyor olmamızdan övünmemiz trajı komik bir durum olsa gerektir. Hiç şüphesiz yabancı dil öğrenimi dünyanın küresel bir köy halini aldığı çağımızda göz ardı edilemez. Ancak başta velilerimiz olmak üzere öğrencilerimiz ve bakanlığımız eğitimde başarıyı sonuç odaklı değerlendirdiklerinden, Türkçe derslerinin önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Çünkü öğrencilerimizin birçoğu günlük yaşamda kendilerini on- onbeş kelime ile ifade etmeleri nedeniyle sınavlarda birçok soruyu anlayamamakta, dolayısıyla başarı oranları da bu nedenle düşmektedir.
Bir başka problem ise velilerimizin bir çoğunun eğitimden beklentisinin, Türkiye ölçeğinde haklı olarak, evlatlarının hayatlarını kurtarmasına dönük olmasıdır. Pek tabi görülebilecek bu isteğin, yalnızca üniversite kazanma başarısına endekslenmesi ise problemin esas kaynağıdır. Zira gerek özel okullara giden öğrencilerin velilerinin ekser çoğunluğun, gerekse devlet okullarındaki öğrencilerin velilerinin tamamına yakını başarıdaki kıstası yukarıda belirttiğimiz kriterlerde aramaktadır. Halbuki, özellikle özel okullardaki mantık daha çok öğrencilerin ders başarılarının yanında sosyal yönlerinin de geliştirilmesi yönündedir. Fakat bu okullardaki velilerimizde öğrenci başarısını iyi bir lise yada üniversiteyi kazanmak olarak algıladıklarından, öğrencilerimiz maalesef eğitim hayatlarında bir yarış içerisinde olmaktan kurtulamamaktadırlar. Pek tabi olarak ta bu algı öğrenci ve velileri okul seçiminde yeterlilikten ziyade beklentiye odaklı olmasına, bu da lise seviyesindeki öğrencilerimizde kafa karışıklığına neden olmaktadır. Sonuç olarak ise sağlıklı bir yönlendirmenin yapılamamasından dolayı dersleri kendisine angarya olarak gören ve bu nedenle eğitim ortamına adapte olamayan öğrencilerin başarıyı engellemesi de pek tabi görülmelidir.
Bütün bu olumsuzluklar ile mücadele edebilmek için arayışların sürdüğü sistemde dikkatten kaçan bir başka eksiklik ise eğitim zümrelerinin branş ve sınıf öğretmenleri bazında sağlıklı bir zeminde işletilememesidir. Zira eğitimin planlanması ve materyallerin hazırlanması, işin mutfak kısmında yapılan çalışmalarla sağlanmaktadır ve bence eğitim sürecinin en önemli kısmını oluşturmaktadır. Zira iyi bir hazırlık safhasını geçiren öğretmen derslerde neyi nerede ve nasıl kullanacağını belirlemektedir. Ayrıca yapılacak olan zümre çalışmaları bilgi birikimlerinin ve de tecrübelerin paylaşılması adına önem arz etmektedir. Bu gün başarılı olan bütün özel eğitim kurumlarının bu başarısının altında yatan en önemli sebep; eğitim zümrelerinin sağlıklı bir şekilde işletilmesidir.
Belli bir süre özel okullarda çalışmış bir eğitimci olarak söylemeliyim ki; Bakanlığımız, özellikle eğitimde ders başarısını ve verimliliğini arttırma adına en alt basamakta (ilçeler bazında) her branş ve kademe için birer koordinatör öğretmen belirleyerek, Zümre Öğretmenler Kurulunu ( Şu an uygulanan! Formatın dışında) işlevsel hale getirmelidir. Uygulanacak bu sistem ile branş bazında verilmek istenen kazanımlar her ders öğretmeninin inisiyatifine terk edilmemiş olacak ve aynı ilçe içerisinde okulların başarı durumları takip edilebilecektir. Derslere ait kazanımların koordinatör öğretmen tarafından hazırlandığı bu sistemde öğretmen performansları da gözlemlenebilecektir. Ayrıca kazanımlar dışında öğretmene serbest bir etkinlik yapma şansı bırakılmış olacak, böylece öğretmenler kendilerini geliştirme imkanı bulacaklardır.
İlk günden itibaren, geçmişte olduğu gibi, eğitim sistemimizin şekli üzerinde tartışmaktan ve bunu da siyasi kaygılara dayalı olarak yapmaktan öteye gidemediğimizi düşünüyorum. Ancak esas üzerinde durmamız gereken hususun öncelikli olarak eğitimden ne beklediğimiz olması gerektiğidir. Eğer eğitim yalnızca iyi bir lise ve üniversiteyi kazanmak ise eğitimde içeriğin öncelikli tartışılmasının yarar sağlayacağına inanıyorum. Yok eğer eğitimden maksat topluma sağlıklı bireyler kazandırmaksa yine tartışılması gerekenin içerik olduğunu düşünüyorum. Aksi takdirde 4+4+4 olmuş 5+3 olmuş kesintili- kesintisiz olmuş varacağımız noktanın değişmeyeceği kanaatindeyim.
Yücel Karakurt/Cumhuriyet tarihi uzmanı-eğitimci